30 Nisan 2010 Cuma

BİR DERİ HASTALIĞI: PSORİASİS=SEDEF

Psoriasis (SEDEF), etyolojisi kesin olarak bilinmeyen, kronik seyirli, tekrarlayıcı, inflamatuar, hiperproliferatif bir deri hastalıgıdır. Hastalık bulaşıcı değildir.

Psoriasis ile ilgili ilk tanımlamalar Hipokrat (M.Ö. 416-377) ve Celsus (M.Ö.25-M.S.45) tarafından yapılmıstır.

Psoriasis tüm dünyada görülen ve deri hastalıklarının % 6-8’ini olusturan bir hastalıktır.

Görülme sıklıgı cografi, ırksal ve çevresel faktörlere göre degisiklik gösterir. Genellikle soguk kuzey ülkelerinde ve beyaz ırkta tropikal bölgelere göre daha sık görülmektedir.

Her iki cinste esit oranda ve dogumdan itibaren her yasta görülebilen hastalık, aile öyküsü olanlarda daha erken yaslarda baslama egilimindedir. Bununla beraber psoriasis baslangıç yasının 20-30’lu ve 50-60’lı yaslarda iki kez pik yaptıgı bilinmektedir. Hastaların yaklasık %75’inde psoriasisin ilk ortaya çıkısı 40 yasından öncedir.


Psoriasise (SEDEF) eşlik eden hastalıklar


Psoriasisli hastalarda artrit, depresyon, inflamatuar barsak hastalıgı ve
malignansi riski artmıstır.

Özellikle genç, siddetli psoriasisli hastalarda arteriyel ve venöz tromboz için yüksek mortalite riski ve yüksek miyokard infarktüs riski rapor edilmistir.

Saglıklı kontrollerle karsılastırmalı yapılan çalısmalarda psoriasisli hastalarda kardiyovasküler hastalık, diyabet, koroner arter kalsifikasyonu ve metabolik sendrom riskinin arttıgı gösterilmistir. Metabolik sendrom abdominal obezite, dislipidemi (HDL düsüklügü, LDL yüksekligi), hipertansiyon, insülin direnci, proinflamatuvar ve protrombotik evrenin bir arada bulunmasıdır.
Bu faktörler kalp hastalıgı, felç ve diyabet riskini artırmaktadır.

Kardiyovasküler hastalıklar için risk faktörleri olan sigara içimi, obezite, az fiziksel aktivite,
hiperhomosistinemi ve psikolojik stresin prevalansı psoriasisli hastalarda yüksek
bulunmustur.

DERİMİZ

VÜCUDUMUZDAKİ " EN AĞIR ORGAN ":DERİ

Toplam vücut ağırlığının ~16% ve 2.3 m2'lik vücut yüzey alanının 1.2'lik kısmını oluşturur.

Epidermis ve Dermis'ten oluşur .


FONKSİYONLARI :

· Koruma : Fiziksel (Travma , soğuk , sıcak, rüzgar ,...) , biolojik ( Deri aynı zamanda bir immun sistem organıdır.) , UV ışığına karşı , dehidratasyondan ( Deri , üre ve elektrolit atılımı ile böbreğe ve detoksifikasyon açısından da böbrek ve KC'e yardımcı bir organdır . )

· Vücut sıcaklığını düzenleme (Terleme ve vasokontriksiyon ile sıcaklığı azaltırken vasodilatasyon ile sıcaklığı artırmaktadır .)

· UV etkisi ile Vit D sentezi ( Cholecalciferol deride üretilir ve KC ile böbrekte hidroksillenerek 1.25 dihydroxycholecalciferol'e dönüşür . )

· Duysal ( Ağrı , dokunma , sıcaklık , titreşim , basınç , temas , ... )

* Epidermisin kalınlığına bağlı olarak İnce ve Kalın deri olmak üzere ikiye ayrılır .

Neden terleriz?


Terleme, vücut sıcaklığının istenilen aralıkta kalması ve rahatlığının sağlanabilmesi için, vücuda yerleştirilmiş çeşitli mekanizmalar vasıtasıyla yapılan bir dengeleme faaliyetidir.

Terleme, vücuda yerleştirilen bir soğutma mekanizmasıdır. Sıcak bir ortama girildiğinde ısı dengesini sağlamak için vücudun bazı mekanizmaları devreye sokulur ve termostat gibi çalıştırılan sistemle vücut sıcaklığımız dengelenir.

Ter bezleri sadece memelilerde bulunurlar.Cildin derinlerinde yerleşir ve yüzeye kıvrımlı bir salgı kanalı ile açılırlar.Terin % 98'i su,% 2'si ise çeşitli kimyevi maddelerdir (tuz,yağ asitleri,üre,sülfatlar,albümin ve bazı aminoasitler).

TERLEME: HİDROZİS

AŞIRI TERLEME: HİPERHİDROZİS

AZ TERLEME: HİPOHİDROZİS

HİÇ TERLEMEME: ANHİDROZİS

TERİN KÖTÜ KOKMASI: OSMİDROZİS

Ter ilk oluştuğunda pH 7.2-7.3 arasındadır. Deri yüzeyine ulaştığında ise asit yapıda olup pH 5-6 arasında değişir.

Vücudumuza, “ekrin” ve “apokrin” olmak üzere iki grup ter bezi yerleştirilmiştir. Ekrin; avuç içi ve ayak tabanında fazla olmak üzere vücudun her bölgesinde bulunan, “merokrin” salgı yapan ve sayıları 1.6-4 milyon civarı olan ter bezidir.

Ekrin ter bezlerinin en önemli fonksiyonu vücut ısısını düzenlenmesidir. Sırtta 60/cm2 ter bezi varken el içi ve ayak tabanlarında bu sayı 600-700'e kadar çıkmaktadır.
Ekrin ter bezi salgısı başlıca Na, K, HC03, Cl, laktat, üre aminoasitler, protein, NH4 ve proteolitik enzimlerden oluşmaktadır. Ekrin ter bezlerinin salgısı kimyasal olarak asit yapıdadır. Apokrin bezler de bazı farklılıklar dışında, tümüyle ekrin bezlere benzerler.

Sağlıklı bir insanın vücut sıcaklığı son derece kararlıdır, değişmeler nâdiren 0,5 oC’yi aşar.

Hareketsiz bir yetişkinin vücut içi sıcaklığı ortalama 37 oC iken, deri sıcaklığı 31 oC’den 25 oC’ye kadar değişiklik gösterebilir. Vücut sıcaklığının düzenlenmesi vazifesi, hipotalamusa verilmiştir. Orta beynin bir parçası olan Hipotalamusun ön kısmına vücudu sıcaklık artışından koruyan, arka kısmına ise sıcaklık düşüşlerinden muhafaza eden birer merkez yerleştirilmiştir.

Çevreye istenilen seviyede ısı geçişi olmadığında, meydana gelen sıcaklık artışı dolayısıyla, damar genişletilmesi (vazodilatasyon) ve terleme devreye girer. Derideki kan akışı artırılır ve bu şekilde iç bölgelerden dış dokulara ısı geçişinde iki, üç kat artış olur.

Yetişkin bir insanın derisinde normal şartlarda ve istirahat durumunda kalb debisinin % 5-10’u kadar kan bulunur. Sıcaklığın aşırı artması hâlinde kalpdeki kan debisinin % 50-60’ı deriye gönderilir. Eğer buna rağmen vücut içi sıcaklığı hâlâ artmaya devam ediyorsa, vücutta ter salgılanarak ısı geçişi devreye sokulur. Ancak suyun buharlaşmasını engelleyen elbiseler, ortamdaki su buharının kısmi basıncının artması ve hava dolaşımının azalması gibi dış unsurlar önemli bir soğutma şekli olan terlemeye tesir eder. Vücut sıcaklığında 1 oC’lik artış, kalbin dakikada 18 defa daha fazla atmasına sebep olur.


Vücuttan buharlaşan her bir gram suyla 0,58 kilokalori ısı kaybedilir. Kişinin terlemediğini zannettiği zamanlarda bile, deri ve akciğerlerden yaklaşık 450–600 ml/gün nispetinde su buharlaşır.

Vücudumuzda metabolizma neticesi meydana gelen ürik asit, üre, tuz ve diğer zararlı maddeler ter vasıtasıyla da atılır. Bu açıdan bakıldığında ter bezlerine kanın temizlenmesi için böbrek vazifesi de verilmiştir denebilir. Ter bezleri hafifçe uyarıldığı zaman, ter sıvısı kanaldan çok yavaş akar. Bu sıvıyla beraber çıkan sodyum ve klor iyonlarının bir kısmı tekrar emilir (Bu, vücut için faydalı bir durumdur; zîrâ vücudun bu maddelere ihtiyacı vardır). Aksi durumda vücudun elektrolit dengesi bozulur, sinir ve kas problemleri ortaya çıkar, daha sık tuz alma ihtiyacı doğardı.

Fizikî aktivite sırasında veya sıcak ortamlarda aşırı terleriz. Hücrelerimiz sodyum, potasyum ve klor gibi iyonları geri emecek zaman bulamaz. Böyle hızlı bir terleme sebebiyle meydana gelen sıvı kaybı, yerine konamaz ise özellikle dolaşım sistemimizde aksamalar başlayabilir. Bu sebeple sıcak zamanlarda yaşlı ve çocukları güneşten korumak ve onların bol sıvı almalarını sağlamak gerekmektedir.

Terlemesek ne olurdu?

Vücudun tamamının veya bazı bölgelerinin terleme kabiliyetini kaybetmesi tıp dilinde “anhidroz” olarak bilinir. Bunun sebepleri arasında cilt kanseri, tiroit bezinin az çalışması; mayasıl, sedef (psöriasis) ve cüzam gibi hastalıklarla bazı ilâçların kullanılması gelir. Hararet yapan bir motorda bazı arızaların çıkması gibi; doğuştan ter bezi olmayanlar, vücutlarını soğutamazlar ve sıcak çarpmasından ölebilirler.

Laktik asit ter bezlerinde glikolizis son ürünü olarak oluşur. Ter üre konsantrasyonu ise plasma konsantrasyonuna eşittir. Laktik asit ve üre derinin doğal nemlendiricileri olarak rol oynamaktadırlar. Terde kallikrein, kininaz, katepsin-B benzeri enzim, ürokinaz gibi proteolitik enzimlerin bulunduğu gösterilmiştir. Özellikle sedef (psöriasis) ve aîopik dermatit gibi ter kanallarında tıkanıklık gelişen hastalıklarda terin epidermise geçmesi sonucu proteolitik enzimlerin inflamasyonu arttırıcı etkilerinin olabileceği düşünülmektedir.